Özgün anarşist toplumlarda yatay hiyerarşi nasıl işliyordu?

Çiler Çilingiroğlu*

Sosyal farklılaşma konusunda önemli kitaplardan biri Kent Flannery ve Joyce Marcus’un 2012 tarihli The Creation of Inequality (Eşitsizliğin Yaratımı) eseri. Yazarlarımız toplumsal örgütlenme modellerini iki temel kategoriye ayırarak inceliyorlar. Kanımca bu iki kategori biz arkeologlar için oldukça faydalı ve incelediğimiz yazısız toplumları, özellikle toplayıcı-avcıların örgütlenme biçimlerini anlamak açısından çok değerli. Flannery ve Marcus’a göre, toplumsal örgütlenmeyi ‘liyakat temelli’ ve ‘kalıtım temelli’ olarak iki tip altında incelemek mümkün. Peki bu iki toplumsal organizasyon tarzını birbirinden ayıran ana kriter nedir?

SOYDAN STATÜ AKTARAN TOPLUMLAR

Soya bağlı sosyal farklılaşmaya dayalı toplumlarda sosyal statü soydan, yani aileden, hanedandan veya klandan gelir. Kişi eğer statüsü yüksek bir aileye mensup olarak doğmuşsa ayrıcalıklı bir sosyal statüye sahiptir. Kendini beceri ve başarılarıyla sıfırdan ispat etmesi gerekmez. Bu tarz toplumlarda varsıllık biriktirilir ve soydan soya aktarılır. Bir kralın çocuğunun daha doğar doğmaz prens veya prenses olması gibi.

Çoğunlukla soya dayalı toplumlar zamanla toplum içi rekabete ve merkezi bir politik erke doğru evrilir. Bu erk; bey, kabile lideri, hükümdar veya kral gibi isimler alır. Bu tip toplumlarda çok sık karşımıza çıkan durum politik erkle ekonomik varsıllık arasında pozitif bir bağın kurulmuş olmasıdır. Hiyerarşi, dikey olarak inşa edilir ve yukarı-aşağı kaymalar ve sıçramalar olabilir.

Toplumun içsel çatışmaları yoğundur. Çatışma, rekabet, savaş ve şiddet yoğundur, hatta endemiktir. Diğer yandan, dışa doğru birlik kurma eğilimi de yüksektir. Böyle toplumlarda uzmanlaşma ve farklı meslekler bulunur. Bir beyin çevresinde kümelenen topluluk beyden can ve mal güvenliği talep eder. Bey veya yönetici bu güvenliği sağlayacak kolektif işleri organize eder, bazen de tarımsal üretimi toplayıp yeniden dağıtır. Bu tipte toplumları tek bir tip altında toplamak mümkün değil. Kendi içlerinde çok zengin bir çeşitliliğe sahipler. Küçük kabile toplumlarından devlete kadar giden bir spektrumda bu toplumsal tarzı ele almak mümkün.

LİYAKAT TOPLUMLARI

Malezya’daki toplayıcı-avcı Batek
toplumundan iki kız çocuğu avcılık
oynuyorlar.

Gelelim liyakat temelli toplumsal örgütlenmelere. Başarı veya liyakat temelli toplumlarda kişinin statüsü onun beceri, yetenek ve eylemleri üzerinden inşa edilir. Bu tip toplumlarda iyi bir avcı olmak, yön bulmada becerikli olmak, şifalı otları bilmek, törenlerin nasıl uygulanacağını bilmek, iyi ok uçları üretebilmek, güzel hikaye anlatabilmek, cesur olmak veya çok doğum yapmış olmak gibi beceri, yetenek ve yetkinlikler kişinin toplumdaki statü ve imtiyazlarını belirleyen etmenler olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla topluma katılan kişi zaman içinde bu yetenek ve becerileri sayesinde kendi statüsünü kendi elleriyle kurar ve toplum da ona bu statüyü liyakati nedeniyle sunar. Çoğunlukla toplayıcı-avcı toplumlardaki örgütlenme tarzı budur.

Bu toplumların ikinci bir özelliği toplumsal statülerin kalıcı değil, geçici olmasıdır. Diğer bir deyişle, kişinin özel veya ayrıcalıklı statüsü ona tüm eylemlerinde eşlik etmez. Ayrıcalık veya üstünlük o kişi yetenekli eylemi içinde olduğu müddetçe sürer. Sonrasında ise ayrıcalık sona erer, kişi ‘normal’ hayatına geri döner, diğer kişiler arasında bir kişi olur. Yani diyelim ki şifalı otları iyi tanıyan ve onların arazide nerelerde bulunduğunu bilen orta yaşlı bir erkeksiniz. Siz toplulukla bu işi yaparken bu özel statünüze sahipsinizdir. Bu iş bittikten sonra toplum size ayrıcalıklı ve özel davranmaya devam etmez. Diğer insanlarla eşitlenirsiniz bir yerde. Herkesin arasına karışır, diğer işleri yaparsınız. Aynı durum av yaparken de geçerlidir. İyi av yapan bir kadın ancak av yapma esnasında özel bir statüye erişir. Avdan sonra diğer kişilerle eşittir, günlük rutinlerine devam eder. Dolayısıyla liyakat temelli toplumsal örgütlenmelerde özel bilgi, beceri ve yetiler bu kişilere kalıcı bir politik güç veya ekonomik girdi sağlamaz. Ayrıca politik güçle ekonomik varsıllık arasında doğal bir bağ yoktur.

Bu tipte toplumların en önemli özelliklerinden biri de toplumsal statünün ölümle sona ermesidir. Diğer bir deyişle, toplumsal statü bir sonraki nesle aktarılamaz. Her kişi, beceri ve başarılarıyla o statüyü kendisi elde etmelidir. Bu statü bir sonraki nesle taşınamaz. Bu haliyle liyakat temelli toplumlar, esasen arkeologların ve antropologların uzun süredir ‘egaliter’ veya ‘eşitlikçi’ toplum dedikleri kategoriye denk düşmektedir. Bu toplumsal model dikey değil yatay hiyerarşilerin ortaya çıkmasına olanak verir. Kişiler kalıcı ve üstün statüler yaratma hayalleri kursa bile, bu hayaller toplumdaki çeşitli mekanizmalar tarafından dizginlenir. Mesela böyle kişiler alaya alınır, onlarla dalga geçilir, yeri geldiğinde dışlanır ve son kertede toplumdan atılabilir. Böylelikle toplumsal düzenin liyakat ilkesi korunmuş olur.

ÖZGÜN ANARŞİST TOPLUMLAR

Geleneksel toplayıcı-avcı gruplarda toplumsal ahlakın temelinin sosyal bağlar ve ittifaklar inşa etme üzerine kurulu olduğunu görüyoruz. Barbara Bender’in 1978 tarihli makalesinde belirttiği gibi bu toplumlar üretimden önce yeniden üretime önem verir. Sosyal yaşam pratiği çok yaygın olarak paylaşma ve dayanışma ilkelerine dayanır. Topluluğun varlığını sürdürebilmesi için bu mekanizmaların aksamadan devam etmesi çok mühimdir. O nedenle toplumsal bağların güçlenmesini sağlayan mekanizmalar sürekli desteklenir. Mesela düzenli törenlerin gerçekleşmesi, şölenlerin organize edilmesi, armağan veya eş alıp-verme bu mekanizmaların başlıcalarıdır. Toplumun ideolojik olarak bir aradalığı ve ortak bir hedef etrafında birlik olma kapasitesi yatay hiyerarşinin kurulmasında çok önemli bir rol oynar. Topluluğun birlik olma hali doğumdan ölüme kadar kişiye eşlik eder ve hiç bitmeyen törenlerle sürekli olarak topluma işlenir. Bu noktada toplumda yaş ve toplumsal cinsiyet iki önemli kategori olarak karşımıza çıkar. Kişinin görevleri, sorumlulukları, yetkileri ve statüsü özellikle yaşına göre biçimlenir. Kişinin büyüdükçe ortaya çıkan ilgi alanları, yetenekleri, becerileri ve sonrasında yaş aldıkça bilgeleşmesi toplumsal statüsü açısından önem taşır.

Yatay hiyerarşili toplumlarda karakter, alçak gönüllülük ve cömertlikle ölçülür. Alçak gönüllü olmayan, mal biriktiren, saklayan veya paylaşmayan toplum üyeleriyle dalga geçilir. Onlar küçümsenir. Böylece bu davranışlar toplum içinde fazla yaygınlaşamaz çünkü bunlar utanç duyulan davranış şekilleridir. Ben bu toplumlara sevgili Marshall Sahlins’e atıfla ‘özgün anarşist toplumlar’ adını vermek istiyorum. Tarif etmeye çalıştığım bu tip toplumların kapitalist, rekabetçi, zenginliği olumlayan, yoksulluğu küçümseyen, dayanışma ve paylaşma pratiklerine yabancı çağdaş dünyamıza çok değerli bir alternatif sunduğu kanısındayım. Özgün anarşist toplumlar unuttuğumuz ve bize unutturulmaya çalışılan bir politik tasarımın mümkün olduğunu gösteriyorlar. İnsanlığın o günlerini şu kapkara günlerde anımsanmak bize iyi gelecek.

*Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir